SERDAR TUNCER - ŞİİR MEDENİYETİ (03.12.2015)




Osmanlı'nın 36 padişahından 33'ü şiir yazmış. 9 padişahın bizzat kendi dîvânı mevcut. Fatih Sultan Mehmed Han, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman'ın dîvânları ise pek çok dîvân şairininkinden bile çok daha hacimli.
Geleneksel İslâm sanatlarında o işin pirleri çapında eser veren padişahlarımız var. Hattat, müzehhib, yeni bir makam bulacak kadar musıkîşinas, marangoz, kuyumcu…

Yahya Kemâl merhum, “Viyana'ya nasıl gittik?” sorusuna cevâben “Mesnevî okuyup, bulgur aşı yiyerek” demişti. Yani İslâm Medeniyeti'nin Osmanlı yorumu sadece iyi ata binip güzel kılıç kullanarak ortaya konulmadı.
Sinan, taşlarla şiir yazdı Süleymaniye'de. Bâkî, kelimelerle Süleymaniye'sini imar etti şiirin. Gül Babalar'ın topraktan önce fethettiği gönüller, kalelerin kapısını kılıçtan evvel açtı. Açılan kapıdan içeri girerek 'şenlendirdik' ülkeleri, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, köprülerle…

İki yüz binin üzerinde vakıf, devletin sosyal sahadaki yükünü omuzladı Allah için. Lafza-i Celâl'e halel gelmesin diye hilâli astık sancağımıza. Lâleyi belki de yaratılış gayesine kavuşturduk çiniler, ebrularla…
Kemâlât teferruattan doğar ifadesi, sadece fert için değil devletler için de vazgeçilmez bir ölçüydü ve inceliklerle biz ördük tarihin Asr-ı Saâdet'ten sonra gördüğü en muazzam medeniyeti.

Medeniyet dediğimiz bir bütün, bu tasavvurun altını doldurmak her babayiğidin harcı değil.
Fatih'in çelik iradesini anlamadığımız vakit, Akşemseddin'in efsunlu bakışı bize bir mânâ ifade etmiyor. Süleymaniye'yi taştan ibaret zannettiğimiz anda, Karahisarî'nin hattı eğri büğrü çizgilerden öteye gitmiyor. Itrî'nin bestesi gönlümüzün en derinine bir sızı olup düşmeyince, Mohaç meydanında muzaffer Kanuni'nin neden bir kabirde sabahladığını anlamamız imkânsızlaşıyor. Sultan Ahmed Han'ın Aziz Mahmud Hüdayî hazretlerine ibrikdâr oluşta bulduğu sultanlık safâsını idrak edemediğimizde, kuş evlerinden, sadaka taşlarından, zimem defterlerinden süzülen zarif edâyı fark edebilmek mümkün olmuyor.
***
Eğri oturup da doğru konuşmak nasıl mümkün değilse eğri bakıp da doğru görmek de öyle, imkânsız!
Peki nasıl bakmalı?
Kosova meydanına Sultan Murad Han'ın sabaha karşı padişah otağında dua eden avuçlarının arasından baktığınızda, bambaşka bir manzara çıkıyor ortaya.
“Âb- ı rûy-ı habîb-i Ekrem içün
Kerbelâ'da revân olan dem içün
Şeb-i firkâtte ağlayan göz içün
Reh-i aşkında sürünen yüz içün…”
***
“Padişâh-ı âlem olmak bir guru gavgâ imiş
Bir velîye bende olmak cümleden âlâ imiş”
Diyen Yavuz'u, Memlük seferi için Hasan Can'la askerin yanına giderken yaptığı sohbetten, İbn-i Kemal Paşa ile sefer dönüşü yaşadığı olaydan, şair dostunu bulmak için yazdığı şiirden seyrettiğinizde çok farklı bir portre görüyorsunuz.
Kanuni Sultan Süleyman 46 yıl hükümranlık eden bir adalet sembolü ama;
“Umaram her bir adın başka şefaât eyleye
Ahmed ü Mahmud Ebû'l Kâsım Muhammed Mustafa” dizelerinin de gözü yaşlı şairi.
***
Abdulhamid Han devleti en zor zamanda 33 yıl idare edebilen bir siyasi deha olduğu için değil sadece, Alatini köşkünden mecburi ikâmet için geldiği Beylerbeyi sarayına mutâdı olduğu kapıdan girerken kendisini sert bir ses tonuyla uyaran askere, 'Afedersiniz evladım, düşünemedim.' tevazuu ile cevap verebildiği için bu milletin Ulu Hakan'ı.
Misaller çoğaltılır ve fakat gerek yok!
Kılıç tutan ellerin kalem tutuşunu, ok çeken ellerin tesbih çekişini, cihâna adaletle diz çöktüren sultanların gönül sultanları önünde muhabbetle diz çöküşünü anlasak yetecek!
***
Bugün yeni bir medeniyet hamlesinden bahsediyoruz. Peki bu hamleye ruh üfleyecek olan hakikati nereden süzüp çıkaracağız?
Yusuf Kaplan hocamın ifadesi ile “Dünyaya söylenecek bir söz var, onu da ancak biz söyleriz, ama biz yokuz!” diyoruz.
Peki biz bizi nereden bulacağız?
Allah'ın kitabı ve Resûlü'nün sünnetini mihenge alıp, altı asır adalet ve muhabbet dağıtan bir medeniyetin varisiyken aradığımızı bulmak için başka bir yere bakmaya gerek yok sanırım.
Bakalım bakmasına da o bakışın nasıl'ı mühim! Ezberci tarih anlatımının kaba ve sathi çizgilerinde, bırakın o ruhu bulmayı, fark etmek bile imkânsız.
Ezberlerimiz var, bizim bizi nereden bulacağımızı bilmemize, bizim biz olduğumuz zamanları görmemize mani olan kör olası ezberlerimiz.
Yıllar yılı Türkiye Cumhuriyeti'ni çok sevmenin birinci şartı Osmanlı'ya sövmektir diye öğrettiler bize. Osmanlı'yı çok sevip bir aidiyet hissetmenin olmazsa olmazı da Türkiye Cumhuriyeti'ni kabullenmemek!
İkisi de yanlıştı hâlbuki. Bir ağaç gibiydi devlet dediğin de. Kökü, gövdesi, çiçeğiyle bir ağaç... Selçuklu muazzam bir kök. Osmanlı muhteşem bir gövde. Türkiye Cumhuriyeti nazenin bir çiçek.
Hepsi de bizim, hepsi birlikte biziz!
Ne birisi için diğerinden vazgeçeriz, ne de diğerinin uğrunda birini bir başkasına terk ederiz.
Belki de içimizde kaybettiğimiz ruhu anlamaya, içimizdeki Ruslara rağmen buradan başlamalıyız.

Anlayamam

* Üç asrı bulmayan devletlerine itibar vermek için kitaplar yazan, filmler çeken, destanlar uyduran garipleri anlarım da; bin yıllık mazisine yok muamelesi yapmak için yüz yıldır çırpınan hainleri anlayamam.
* Tarihte mazisi bizim kadar şanlı ikinci bir devlet yok diyen adamı anlarım da; o şanlı maziye onların evladı olup küfretmeyi marifet zanneden adam müsveddelerini anlayamam.
* “Anlatabildim mi?” diyerek nezaketle soran adamı anlamasam da anlarım da; “anlamadın” diyerek anlatamayışına mazeret bulan adamı anlasam da anlayamam!
Anlatabildim mi?

Özlü Sözlük

Sâdık, sevgilisi için yaşayan ve hatta ölen değil!
Sevdiğinin bir dediğini iki etmemek, ondan gayrısına kör olmak da sadâkât değil!
Sadâkât O olmaktır, sadık O'dur.

Biri ve diğeri

* Biri diğerinin sırrıdır; diğeri birinin aynası.
* Birinin varlığı diğerinin yokluğudur; diğerinin yokluğu aşkın varlığı.
* Biri bir başkasının diğeridir; diğeri kendisinden bir başkası.
* Biri naz ettikçe artar aşk; diğeri niyaz etmezse, biter.
* Birine kısaca mâşuk denir, diğerine sadece âşık



Yazı Linki: http://www.yenisafak.com/yazarlar/serdartuncer/siir-medeniyeti-2023374